Pasajda 20
Pasajda 20
Her fâni tatil bir gün nihayete erecektir… İşte ara tatil de bitiverdi… Eskiden tatil bitip de okul açılacağı zaman neredeyse depresyona girerdim… Hatta pazar günleri hiç bitmesin… Pazartesi de gelmesin isterdim.
O kadar nefretflixti okul benim için. Ama şimdi artık dersleri düzelttiğim için mi? Yoksa buna yol açan yeni kimliğimden mi? Okula yine bayılmıyorum ama… Netflix gibi artık… Olmasa olur olursa da eğlenceli olur tadında…
Ancak bu son ara tatilin de bitmesini bazı hususi sebeplerle istemiyorum yine de… İşte bu nedenle… Pazartesi sabah götüm üç buçuk şiddetinde atarak uyandım. Korkum birikmiş bentleri aşmak üzereydi.…
Zira annem Fırat’ın göt olmuş suratına Osmanlı tokatını çakıp onu tarihin tozlu sayfalarına gömdü ya… Bu güzel tabii… Ama sonuçları itibariyle bu zafer ancak bizim ev coğrafi sınırları içinde geçerli.
Okulda ne olacak hacı? Bunu düşünmeden… Annem dünyaca ünlü bir yönetmen şımarıklığı ile çektirdim filmi… Fırat misilleme de bulunacak mı? Şimdi ne yapmalı? Bunları düşünerek okula doğru gidiyordum.
Gerekli hızda kontrollü yürüyorum… Zira yine zamanı ince ayarlayıp tam öğretmenin önünden sınıfa dalmalıyım… Öyle de yaptım… Sırama koşturduğumda… Müjdeli bir şaşkınlıkla karşılaştım.
Yanımda eski günlerde olduğu gibi Emine oturuyordu… Arkamızdaki sıraya transfer olmuş kutup ayısı Fırat… Keşke tamamen yok olsaydı sınıftan… Müdür torpiliyle bu değişikliği ne ara yaptı acaba?
En önemlisi bu geri çekilişi Fırat’ın ne sebeple? Stratejik bir ricat mı? Kalıcı bir karar mı? Hayırlara alâmettir inşallah… Deyip yerime oturdum… Emine bu yeni oturumdan memnun gibi bıyık altından gülümsedi bana.
Deyimsel olarak yani. Yoksa kıza bıyıklı demek istemedim… Yanımda kutup ayısı ve kerpeten elleri olmayınca kafamı daha iyi topladım ve derse tam fokuslandım… İlk dersi olaysız bilgimize bilgiler katarak atlattık.
Teneffüste zille birlikte arkama yani Fırat’a bakmadan bahçeye fırladım… Bu okula yani liseye ilk geldiğim zamanlarda çok kullandığım saklı bahçeme kaçtım. Okul bahçesinin bizden çok önce kullanılan bir bölümü burası.
Sanırım eskiden okulun sınırlarındaymış sonra belediyeye mi devredilmiş neyse… Öyle olunca tel çit ile çevreleyip tecrit etmişler okul bahçesinden. Müdür de İstiklal marşında yeni gelenlere oraya girmeyin uyarısı yapmıştı.
Benim gibi manyak birisine oraya girme demek… Merak uyanması için yeterli sebep… Sahipsiz kalmış ve benim sahiplendiğim bir yer oldu orası. Bakımsız ama kimse giremediği için bakir temiz yemyeşil.
Ortaokuldayken genelde bütün oğlanlar hatta bir yere kadar kızlar da aynı kafada belki çocuksu masum bir tarzda takılıyorduk… Ancak liseye başlayınca özellikle bazıları baya bir farklılaşmaya başladılar.
Kızların memişleri adeta şişip büyüdü… Gömleklerinin kenarından sütyen askıları gözüküyordu artık… Oğlanların nerelerinin büyüdüğü tahmin edersiniz… Elleri artık devamlı oralarındaydı…
Oynuyor, düzeltiyorlar… Sanki bu değişime kendileri de hayret ediyor gibiydiler. Ellerini avuçlarını bacak aralarından uzaklaştıramıyorlardı bir türlü… Boyları uzadı vücutları sesleri kalınlaşmaya başladı…
Yani hızla haşince erkekleşmeye başladılar… Ben de o türden değişimler o hızda olmayınca onlarla aynı ortamda bulunmaktan korkmaya başladım. Çünkü ben de özellikle bacak aralarındaki değişimleri izlemekten kendimi alamıyordum…
Bu merakımın fark edilmesinden acayip korkuyor ve utanıyordum. Bu bir korku muydu? O da tartışılır tabii. Yalnız kalmak her bakımdan daha güvenli geldi deyelim şimdilik… Çünkü bu derin bir konu…
İşte bu saiklerle saklı bahçeyi keşfetmiş olabilirim… Bir kaçış adası gibi… Çitlerin bitip bir duvarla birleştiği sınır noktasında biraz esnetince telleri aradan geçip girebiliyordum içeri.
Zayıf ince yapılı olmam belki de erkeklerden kaçmama neden olurken buraya girmek için de işe yarıyordu. Kimi zaman dezavantaj avantaja dönüşebilir. Zıtların birliği yani diyalektik harikalık böyle bir şey işte.
Eski bankların büyüyen yeşilliklerin arasında kaybolduğu… Tam American Horrror Story mizansen… Terk edilmiş gizemli yer tadında bir mekân… İlk cep telefonumu da o zamanlar almışlardı bana…
Oraya kaçıp telefonumu tanımaya çalışır sırlarını çözdükçe onunla arkadaşlığı ilerletirdim… Yalnızlık ve nette olmadık siteleri keşfetme heyecanıyla geçerdi zaman teneffüslerde…
Neyse gelelim günümüze… Diğer teneffüsler de aynı taktikle kaçıp saklandım oraya… Sanırım Fırat artık peşimi bırakmaya karar verdi diye düşündüm. Ancak saklı bahçemde işeyemediğimden… Sıkışmıştım iyice…
Artık son zil çalınca eve kadar dayanacak halim de kalmamıştı… Bu sefer çantamı toplar gibi yapıp oyalandım biraz. Fırat’ın çıkmasını bekledim. O da gidince doğrudan tuvalete koşturdum…
Ne olur ne olmaz diye son zamanlarda hep yaptığım gibi pisuvara şarlama zevkimden ferâgat edip bir kabine girdim. İşimi bitirince tüy gibi hafifleyip kapıyı açtığımda…
Karşımda 90 okka ağırlığında nesli tükenmekte olan nadir türlerden… Beyaz kutup ayısı ifadesiz suratıyla bana bakıyordu… Kaçsan kaçılmaz kalsan kalınmaz… Nasıl bir strateji geliştirmeli acaba?
“Selam.”
Ne kadar soğukkanlı kalmaya çalışsam da beceremedim… Sesim paslı demir sürtünmesi tadında… Ellerimin titremesi de ayrıca sesime yansıdı… Selamımı da almadı ayı… Ne anlar insanlıktan…
“Benden kaçabileceğini mi zannediyorsun?”
“Abi neden kaçıyım senden?”
“Götü kurtarmak için olmasın. Benim gibiler lisede ispiyonculara ne yaparlar biliyorsun…”
“Yeminle ben ispiklemedim seni… Sahilde kayalıklarda biraları içip sarıldın ya sindi kokusu bana da… Puffladın durdun bi de… Dumanı bana üfledin. Sana dedim annemin koku radarı 5. nesil diye… Eve gidince aldı kokuyu… Senle olduğumu da biliyordu ya. Sen almadın mı babamdan gidebilmemiz için izin? Annem de kızdı sana… Yeminle bak bana da kızdı… Sana vurduğunun aynısını bana da…”
“Siktir lan çocuk mu kandırıyorsun… Sikicem senin götünü. Hiç kurtuluşun yok. O zaman anlarsın kıymetimi belki…”
Çıktığım kabinin içine geri soktu… Herif ciddi mi? Yoksa korkutuyor mu beni? Ciddiyse gerçekten kafayı yemiş. Okulda olur mu lan? Atılırız ikimiz de. Bir de ne diyeceğim ki ne yaptığımızı anlatmak için?
Ben istemedim… Çişim gelmişti tuvalete uğrayayım dedim… Ama beklenmedik bir şekilde tecavüze uğradım… Desem inandırıcı olur mu? Ciddiymiş kerpeten elli ayı… Kabinin kapısını da kapadı…
Parmaklarını geçirdi yine bileğime… Kolumu büküp arkamı döndürdü. Diğer kolunu da boğazımdan geçirip kurt kapanına aldı beni… Ayı kapanı mı demeli yoksa? Bileğimi bırakıp eşofmanıma asıldı indirmeye çalışıyor… Harbi sikecek ayı beni…
Annem de neden abarttı ki senaryoyu o kadar. Bir daha gelme oğlum evimize… Desen yeterdi yani… Kocaman ayıya Osmanlı tokadı çakmanın gereği ne? Anne! Bu yazıp yönettiğin şiddet dolu filmlerin ceremesini hep ben mi çekeceğim?
“Kanka… Bir daha kaçmıycam senden. Burda nasılsa biri sesimizi duyar rezil oluruz. Atarlar okuldan ikimizi de… Yalvarırım bırak.”
“Söz veriyor musun ne dersem yapıcaksın bundan sonra!?”
“Boynumu kıracan nerdeyse! Tamam bırak.”
“Şimdi müdüre gidiyoruz. Bu güne kadar sizin söylediğiniz gibi ihtiyacı olan gerekli yardımı yapamadım Fırat’a özür dilerim. Tekrar yanıma oturursa ne gerekiyorsa yapıcam hocam… Diyeceksin.”
Öyle de oldu… Gittik beraber ne dediyse aynen söyledim müdüre. Ne isterse yapmam gerektiğini okulun en yüksek makamına tescillettirdi. Belki de beni müdüriyet nezdinde de ezmiş oluyor aklınca…
Sonra birlikte çıktık okuldan… Yürüyoruz bizim eve doğru… Hiç konuşmuyor… Kafasının neye çalıştığını ne yapmayı düşündüğünü hiç anlayamıyorum. Ama olmayan beyninde bir planlar yaptığını seziyorum…
“Hadi, bizim eve gidelim.”
“Abi gelemem eve gitmem gerek hemen.”
“Yine yalan söylüyorsun.”
“Yok yeminle bir arkadaşım gelecek de…”
“Mert mi gelecek yoksa.”
“Yok ablam gelecek… Yani şey kuzenim aslında… Ama ben abla derim ona.”
“Hani ne dersem yapıcaktın. Gelmiycen mi şimdi benimle eve?”
“Abi kaç defa söyliycem ablam gelicek diyor….”
“Saksocu ibne asıl ben sana kaç defa abi deme bana demedim mi!!!”
“Tamam sinirlenme ağız alışkanlığı işte… Daha önce de söylediğim gibi. Ben lgbt birey miyim diye deneme için yaptım Mert’le o işi… Ama anladım ki değilmişim… Yani bana durmadan o kelimeleri söyleyip durma. Lütfen…”
“Ağzının suları akıyordu sikimi yalarken.”
Ağzını yüzünü sikiyim senin kutup ayısı puşt! Keşke kayalıklardan denize atlayıp kaçsaydım da şu götleğe sakso çekmeseydim. Bin yıl söyler bunu artık. Nasıl kurtulacağım ben bu ayıdan yaaa!!!
Derken… Cebim titredi… Benim minik sarı kanaryam arıyor telefondan… Kurtarıcım… Ayarlasan bu kadar olur… Hem de tam zamanında… Falcı büyücüyüm demişti ya. Fal açmış gerçekten…
Bu sefer beklenen Hızır yetişti… Hem de Harry Potter âleminden Voldemort büyü beceriyle bilinen. Beni bile bir Uke’yken bir anda büyücü asasını sallayarak gaddar bir Seme’ye dönüştüren Ebru ablam…
Nasıl bir ileri görüşlülükse bende ki artık… Dişi kanaryanın numarasını da Ebru Abla diye kaydetmişim… Telefon ekranını Fırat’a gösterdim açmadan önce… Görünce bok oldu suratı beyaz ayının… Yalan söylemiyorum işte…
“Merhaba Ablacım. Ben de seni arayacaktım. Eve geçiyorum ben. Konuştuğumuz gibi seni bekliyor olacağım. Şimdi bir arkadaşım var yanımda. Birazdan seni arayacağım.”
Cevabını beklemeden kapadım telefonu… Kanarya ama kuş beyinli değil Ebru… Bir numara çevirdiğimi anlamıştır zaten. Fırat’a baktım… Yanağımı yana kaydırdım… Bu da eee yaniii demek oluyor.
“Eve gidebilir miyim?”
“Yarın çıkışta bize gidiyoruz tamam mı? İşim var deme yine.”
Bir şey söyleyeceğim zannetsin diye. Ona bakarak sitenin girişine doğru yürümeye başladım… Biliyorum yoksa tüm erkeklerin yaptığı gibi cevap vermedim diye kolumdan çekiştirir bırakmazdı beni.
Öyle mahzun bakarken bana… Girdim siteye… Bu harbiden beni sevgilisi felan diye mi görüyor amınakoyum ya… Bir kıza asılıyor gibi bakışlar atıyor. Ama küfürün de bini bi para. Ağzı bozuk küfürbaz aşık kutup ayısı.
Neyse, en azında bu günü kurtardık. Eve çıktım. Annem açtı kapıyı yine gülücükler içinde yüzü… Bana Pazar günü eve geldiğimden beri öyle bir anlamlı. Bıyık altından gülerek gururla bakıyor ki…
Bu bıyık altı sözü de dilime nerden yapıştı lan… Bıyıklarım yok diye mi acaba? Annemin bu hallerinin nedeni de… Yine Ebru ablam… Cumartesi günü yaşadığımız şaşırtıcılıklar silsilesi eseri…
¨¨¨¨
Babalarımız derby maçı günündeyken… İki tur döndükten sonra bütün stadın koşu pistini… İliğimde kemiğimde ne varsa hepsini peşim sıra uçan kanaryaya yedirince… Ben de kolumu kaldıracak hâl kalmamıştı.
Ablam beni benden iyi tanıyor sanki… En sevdiğim pek çok çeşitli peynir içeren pizza sipariş etti… Tabii kanaryanın evinin bulunduğu semt İstanbul’un en gurme lokantalarına ev sahipliği yaptığından…
Ustası Napoli’li İtalyan olan bir pizzacıdan vermiş siparişi… Pizza bizim bildiğimiz pizzalardan değil… Başka ve çok başka bir şey gömdük… Yatakta yayılıp televizyondan Netflix izleyerek…
Çok çeşitli peynirli pizzayı seviyoruz ya ikimiz de… Ebru’ya sorarsan biz birbirimiz için yaratılmışız. Öyle pizzayla başlayıp bitseydi bu işler keşke be ablam… Hayat ne kolay olurdu…
Tabii demedim ona benim için yaratılan yaratığın yarak sahibi olması gerektiğini. Şimdi kıza eksikliğini hissettirmek benim gibi bir centilmene yakışmaz yani. Zaten kendisi uke olduğumu söylemişti… Bu durumun altını çizmenin gereği yok.
Babalarımızın gittiği maçın bitim saati yaklaşınca… Babamın telefon numarasını aldı… Arayıp gece birlikte kalacağımızı söyledi babama. Öyle izin istemek felan yok yani. Ne de olsa patron kızı… Deklere etti kararını sadece…
Gece 1.30’a kadar diziydi youtube videosuydu dolandık nette televizyondan… Bu arada Nazım amca eve geldi mi? Bilmiyorum… Bize uğrayan olmadı… Biz ise yatakta kimi zaman sarmaş dolaş… Kimi zaman uzak…
Ama hep bir şekil tatlı tatlı grekoromen temasla uyuduk… Yani o da benim gibi deli uyuyormuş. Ama söylemem gerek o kadar orgazm… O kadar gurme pizza ve kola… Ve güreşte ki uyumumuzla… Güzelce derince uyuduk…
Hayatımda ilk defa biriyle uyuyorum… Birlikte uyumak… Sabah güneşi üstelik denizden vurup yansıyan… Gözlerimi mavi ışıklara açınca… O kocaman mavi gözlerinin… Etrafında hep renk değiştiren çilleriyle beraber…
Bana baktıklarını görmek… Gerçekten her sabah böyle uyanmak istiyorum… Dedirtiyor insana. Uff yaa… Ebru keşke bir femboy olsaydı da… Evlenip ömür boyu birbirimizi sikip dursaydık…
Pazar geç kahvaltımızı da beraber yatakta yaptıktan sonra… Ben artık deneme derecelerimi düşürmemek adına eve gidip test çözmem gerektiğini söyleyince bana gülmeye başladı…
İnanmadı ders çalışacağıma ama ben gerçekten ciddiydim… Kızım benim babam seninki gibi zengin değil. Benim beyin terimle çalışıp geleceğimi kurmam gerekiyor felan deyip de saçmalamadım tabe de…
İşte gülümseyip… Dudağına bir masum öpücük bırakıp çıktım. Onların evinden bizim oralara metro otobüs felan toplu taşım olmadığından ve bunu hep olduğu gibi ablam öngördüğünden…
Evlerinin yakınıdaki taksi durağından araba çağırdı benim için… Param yok dedim… Her sorun gibi onu da zaten çok önceden çözmüşler bile… Taksi durağı ile babasının şirketi anlaşmalılarmış…
Ay sonlarında ödüyorlarmış toptan taksi paralarını… Ben de büyüyünce şirket kurucam aw… İşte böylece Pazar öğleden sonra eve varınca… Ben babam bana ne diyecek acaba? Diye düşünürken korkarak kapıyı çaldım…
Hayatımda ilk defa babam bana kapıyı açtı… Bu da yetmezmiş gibi beni kucakladı… Ayaklarım yerden kesildi… Orangutan herif… Böyle şeyleri çocukluğumda yapardı sadece…
Patronun kızıyla birlikte takıldığım için mi bu kadar mutlu acaba? Yoksa oğlunun ibne olduğundan şüphelenen bir baba olarak… Bir kızın evinde gece yattığım için mi gurur duyuyor benimle?
Bu arada gece hiç bir yerde kalmama izin vermeyeceğinden emin olduğum annem… Nasıl da mutluluklar saçıyordu babamın arkasında… Zaten o hep babamın arkasındadır…
Ama aslında bütün kararları o verir… Çünkü bir çok erkeğin olduğu gibi babamın da evdeki işler konularında beyin fonksiyonları işlevsizdir… Engels babaya saygılarla… Kutsal Aile böyle bir örgütlenme işte…
¨¨¨¨
Gelirsek günümüze… Fırat’tan kurtulup annemimin gülücüklerine de bir öpücükle teşekkür ettikten sonra annemin ev kullanım kuralları kılavuzu gereğince ellerimi yüzümü yıkayıp odama gitmiştim ki… Telefon titredi… Açtım…
“Berk aşkım neler oluyor… Başın mı belâda? Sana mı gelmem gerekiyor anlayamadım?”
“Yok Ebru… Ama öyle bir zamanda aradın ki… Büyük dertten kurtardın beni… Şimdi iyiyim sayende merak etme.”
“Ayyy özledim seni zaten… Geliyorum ablacım ben şimdi size… Konum at hemen…”
Övdük ya falcılığını kurtarıcılığını felan. Havalara giriverdi… Ablalar 5 yaşındaki kardeşlerine ablacım derler ya… Kanarya da bana öyle hitap etmeye başladı bile… Daha dün beraberdik üstelik iç içe…
Ne ara özlediyse… Ve neyle ışınlandıysa artık… Ben masamda test çözüp kulaklıklarımdan ölümsüz Bach ustanın Wiener Philharmoniker yorumlarını dinlerken…
Kanarya bana kuş tüyü kanatlarıyla arkadan sarılıp dudaklarıma yapışıverdi… Ödüm bokuma karıştı diyebilirim… Hemen ayağa kalktım kurtulmak için zira dilini de ağzıma sokmaya başlamıştı…
Bir de ne göreyim… Kapıda annem eliyle ağzını kapatmış hayret ifadesiyle bize bakıyor… Üstelik gözleri yaşlı. Bu ne? İffetimi kaybettiğime mi üzülüyor? Yoksa bir kızın iffetini almam ihtimalinin sevinç gözyaşlarını mı döküyor?
Benim korkuyla ve utanarak anneme baktığımı görünce. Dizginleri ele aldı hemen ablam. Annemin yanına gidip sarılarak öperek uzaklaştırdı çatışma mahallinden… Üstelik annem de ona sarılıyor ve nedense durmadan teşekkür ediyor.
Buna rızaya dayalı güç kullanımı diyoruz siyaset sosyolojisinde… Boru değil olum bütün gün fasikül deviriyoruz. Bilioz bunları yani. Bu akıllarla artık YKS de yerim ilk K olur diye düşünüyorum… Çok mu uçuyorum… Lütfen ama ya…
Ama unutmayın bir şeyi bilmekle yapmak arasında çok fark var… Ebru ablamın deneme dereceleri nedir bilmiyorum… Ama kız teorideki en baba konuları pratik hayatta çekirdek gibi çıtlayıp atıyor yere…
Annemi gönderince odamın kapısını da kapattı… Bu kadarı fazla… Bu 31 yasaklarına girer abla. Uçabilen canlılara yasak söker mi? Kulaklıklarımı çıkardı. Beni yatağıma doğru dans eder gibi yavaşça sürdü adeta…
Yuvarlandık… Yapıştı yine dudaklarıma. İstemsiz yani benim için en azından dillerimiz oynaşmaya başladı. Ağzının içindeki sular… Tükürük olamaz başka bir şey sanki çok lezzetli… Şifalı su desek?
Emdim dudaklarından. Hassas dudakları… Hoşuna gitti. Ne de olsa kanarya… Birden altımdayken üstüme uçuverdi. Vücudu kuş tüyü gibi hafif… Ama etkisi de taş gibi ağır… Bir kaç buseyle biter umarım.
Off sürtünüyor yaa… Burda olmaz ama! Benim yatağımın kendimle oynamak dışında bir cinsel geçmişi yok. Onu öyle kendi halinde bıraksak… Sikim bey lütfen kalkmayalım…
“Annem içerde Ebru yapma n’olursun.”
“Ayşe abla harika bir insan. Bir şey demez. Merak etme beni çok sevdi.”
“Ebru abla seni sevmemek ne mümkün de… Senin Ayşe abla dediğin kişi benim annem… Yani o içerdeyken böyle şeyler yapamam ben… Anla işte utanırım yani.”
“Sakso çekiyim aşkım.”
“Yok o hiç olmaz.”
“İyi tamam beyim ne derse o. Ama hiç olmazsa yatakta kalalım da azıcık sarılalım…Kokunu da mahrum etme aşkım.”
“Tamam ama elleşmeyelim olur mu?”
Kokum mu? Göğsüme yattı… Esas onun saçlarının kokusu… Bütün odayı doldurdu nerdeyse. Hep olduğu gibi de nasıl iç gıcıklayıcı… Ama yaa… Lütfen dedik değil mi? Anladım ben bu tamamen kokularla ilgili…
Victroria'nın Secret’ın da böyle olmadı mı?… Dikeldi yine işte… İnmez de şimdi memnun etmezsen beyimizi… Ne bok yiyecez seninle? Başka şeyler düşünmeliyim. Ama ne?
Bir ara yabancı dilimi geliştirmek için İngilizce seks hikâyeleri okuyordum. Hem komik hem de ilginç uzun soluklu bir yapım yakalamıştım. Başrol, London boy lisede okuyan tam bir bir piç…
Kızlara yeni yeni yazılmaya başlama aşamalarında… Ama ne zaman bir kızla konuşmaya girişse siki kalkıyor hemen…Çoğu hikâye kahramanın olduğu gibi… Aleti de ortalama üstü olduğundan kızlar ereksiyonu fark ediyorlar…
Kızlar da ergen sonuçta gülüyorlar çocuğa… Bu durum bizim azgın abazanın moralini bozuyor. Bir nevi karizmasının çizildiğini düşünüyor. Düşünüyor taşınıyor… Cinsel hedefle konuşurken başka şeyler düşüneyim diyor.
Dövüş filmlerine ilgi duyuyormuş it… Beğendiği filmlerden kanlı, kafa yarmalı kol kırmalı sahneleri gözünün önüne getirmeye başlıyor kızlarla konuşurken… Deneysel deneyim başarılı oluyor…
Artık ereksiyonu kontrolü altındadır… Böylece kızları da altına alıp inlete inlete sikmeye başladı bizim oğlan. Beline kuvvet aslanım… Onlar erdi muradına biz gelelim kendi konumuza… Ben neye meraklıyım son zamanlarda?
“Ebru senin denemelerde derece yapabiliyor musun?”
“Ne denemesi aşkım?”
“Tyt ayt felan yok mu işte…”
“Onlar ne aşkım yaa?”
“Yuhh… Hiç olmazsa üniversite sınavından haberin vardır de mi?”
“Ha onu kasmıyorum pek yaa… Yurt dışında okumayı düşünüyordum… Ama şimdi değişebilir bebeğim senden sonra… Bakarsın beraber ders alırız. Aynı okula gireriz. Senin değiminle felan.”
Tamam normalleştik sayılır. Sıkıca sarılıp yanağından öptüm… İncitmeden onu üstünden atlayıp… Masamdaki sandalyeye geçtim… Dudaklarını büzüp uzattı bozulduğunu belirtmek için…
“Hiç olmazsa sarılalım dedik. Yine niye kaçtın gittin?”
“Ebru anlayışlı ol biraz. Burası göt içi kadar ve de duvarları incecik bir apartman dairesi. Senin gibi ultra lüks bir malikânede oturmuyorum ki ben. Ayrıca sizin gibi liberal değerlere göre yaşayan bir aile de değiliz… Bildiğin sıradan Türk ailesi işte…”
“Peki yine senin dediğin olsun bakalım… Neyse asıl konuya gelelim. Başındaki büyük dert nedir? Anlat bana hemen… Sana bir şey olursa… Yakarım dünyayı. Ama en önemlisi ben de yıkılırım…”
Ahhh… Bir dokun bin ah işit… Annecim sağolsun kullandığı özlü sözlerle yine imdadıma yetişti. Aslında bu kutup ayısı Fırat belâsını hiç olmazsa birine anlatmak bile korkumu yenmeme ve belki kafamda bir çözüm bulmaya yardımcı olabilir.
Kanaryanın sarmaş dolaşlığından çıkıp masa sandalyeme oturmakla ne kadar doğru bir iş yapmışım… Annem odamın kapısını çalıyor. O açmadan kapıyı terso bir durumda olmadığımızı kanıtlamak babından fırlayıp kapıyı ben açtım.
Zaten elleri doluymuş anacığımın. Bize çay olsun yanında atıştırmalık birer kocaman dilim tereyağlı su böreği olsun tepsiye doldurmuş bile… Tereyağlı olduğu ne mâlûm? Derseniz…
Annem Ayşe hanım Trabzon ve havalisi eşrafından bir ailenin kızı olmaklığından evimizin süt ürünleri ihtiyacı yüksek yaylalarda kekiklerle beslenen küçük ve büyükbaş hayvanlardan titizlikle elde edilen ürünlerinin mutfağımıza…
Ayy yoruldum lan o ne uzun cümle oldu… Neyse anladınız siz onu… Yani cevap… Hakiki tereyağının yüksek dağlardan esen kokusu geldi burnumuza… Annem odaya girerken de tepsiyi masaya bırakırken de odadan çıkarken de…
Gülümseyerek mutlu ve hayran halde hep… Yatağımda o renkleri göz alıcı parlak dalgalı denizli saçlarını yastığıma dökmüş… İnce küçük bir selvi gibi vücuduyla uzanmış yatan dişi sarı kanaryaya baktı durdu.
Öylece de çıkıp gidince… Ben de Fırat’ın sınıfımıza girdiği andan başlayarak… Başımdan geçirdiği türlü acıları zorbalamaları hakaret ve küfürleri… Ev hanımı bilgileriyle konuşarak annemi….
Babamın fenerbahçe fanatikliğini manipüle ederek babamı… Kısaca ailemi bile ele geçirme girişimlerini… Bugün de tuvalette kabinin içine itip neredeyse tecavüz edeceğini bana…
Tek tek anlattım… Dayanamadım beni sahile götürüp kayalıkların ıssız bir köşesinde zorla sakso çektirdiğini… Ama dev aletini görünce kendimi tutamayıp ne yazık ki kendi isteğimle döllerini afiyetle yuttuğumu da…
Ablamla aramızda yalan olmasın diye utanarak da olsa dürüst bir şekilde anlatmayı ihmal etmedim… Buraya kadar hayretler kızgınlıklar içinde dinliyordu beni… Bu kısımda ise kancıkça gülüverdi… Sanırım kendi içtiği hoşaflarım aklına geldi.
“Bu zorba ayıdan korumak için seni konuyu ele alıyorum bebeğim. Öyle ya da böyle en kısa sürede bir çözüm bulacağım… Ablana bırak ben de…”
berk west